Ağlamayla Gülme Arasında

Şu son dönemde öyle birkaç gün yaşadım ki, tarifi zor.  Bir gün içerisinde bir yakınım veya arkadaşıma dair acil bir durum, bir travmayla başlayıp, yeni değişkenlerle devam edip, bazen o olayın aynı gün içinde çözümlenmesi, bazen de farklı sebeplerle gelen güzel kutlamalarla kapattığım oldu.  Tabii araya serpiştirilmiş virüsünden, savaşına kolektif endişe ve korku baharatlı rüzgarları da unutmamak lazım…Hayretler içerisinde ağlama, gerginlikten kahkahaya ve huzura uzanan geniş spektrumda ne varsa aktı, sıkıştırılmış hayat gibi.

Bilinmeyenle hemhal olarak yaşama pratiğine iyice uyumlanmamız için bize sunulan bu dönemde bana verilmiş örnek kabilinden günlerdi.  İçinden geçerken deneyimim tekrar bana tekrar hatırlattı ki,

  • Gözünü An’dan ayırma,
  • Geçmişin şartlanmaları geleceği endişelerinden sıyrılıp şimdide durabildiğinde ihtiyacın olan bilgi, insan, yardım, kaynak tam da ihtiyacın olduğu anda geliyor. Çok şükür, An’ın bilgisine güven,
  • Her zaman ve her ne yapacağını bilmediğinde, tereddüte düştüğünde Sevgi’yi hatırla, davet et, sevgi yolunu buluyor ve hep yolu açıyor,
  • An’ın getirdiklerinin akıp gitmesine izin ver ki bir sonraki anın getirdiklerini alabilesin.

Aynı kendini tamamen oyuna vermiş küçük bir çocuk gibi tüm varlığıyla hayata katılmak, her anla el sıkışıp “hoş geldin!” deyip önce kabul etmek, sonra neler mümkün diye sormak ve olasılıklara açmak, ve sonra da “teşekkürler, rast gelsin”  deyip yolcu etmek…  ve yolculuğa devam.

Hep gözümün önüne gülerken ağlamaya, sonra ağlarken gülmeye başlayan çocuklar geliyor.  Ya da oynarken düşüp ağlayan, öfkelenen sonra hiçbir şey olmamış gibi kalkıp heyecanla, neşeyle koşan çocuklar.  Ne kadar doğal bir akış, bir duygudan ötekine, sonra bir ötekine akabilen bir masumiyet ve var oluş hali.

Yıllar önce “bilmemenin dayanılmaz hafifliği” diye not düşmüşüm.  Dileğim, çok bilinmeyenli denklemi çözmeye çalışarak değil, aynı küçük bir çocuk gibi merakla ve oyunla ve tüm varlığımızla  bilinmeyenle buluşalım her an.  O zaman hayatla hayat olarak konuşmak ve bize getirdiği sihri hissetmek, hatırlamak, ve getirdiği hediyeleri yaşamak mümkün oluyor işte!

Boğaz’ın üzerindeki güneşin oyununa gidiyor gözlerim.  Yıldızlar yanıp sönüyor denizde, bir var bir yok, bir var bir yok.  Aynı ağlamayla gülmeyi buluşturan gözyaşları gibi su buluşturuyor gökle yeri, akış içinde.  İnsanı içine alıp rahatlatan, kendinizi bırakmak istediğiniz sihirli bir bilinmeyen bu ışık oyunu.  Yaşamın getirdiği bilinmeyenleri de böyle sihirli, böyle barışık deneyimleyebilmemiz için neler mümkün?

Bir varmış, bir yokmuş…sihirli bir masal gibi.

elif

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir