Tohum

“Ne ara, ne inan: Her şey gizil.”   – Fernando Pessoa

İlk bu sözü okuduğumda tam da anlamadığım bir şekilde beni çok etkiledi.  “gizil” kelimesinin gizlinin ötesinde bir anlamı olduğunu hissettim. Bir şekilde bu söze bakmak sessizce – bu bile iyi geldi ve bir süre durdum öylece.

Tabii insan zihni bir yere kadar duruyor, sonra merak, bilmek, araştırmak vs. vs. “haydi haydi haydi” ve “bakayım bari” iç sesleriyle o alandan çıkıvermişim.  Hala sözlük kullanmayı ve sözlükle oyun oynamayı seven biri olarak ilk iş bu kelimeye baktım.

Gizil

  1. (Felsefe/Fizik) İçinde bulunduğu nesnenin durumu değişince ortaya çıkan, böyle bir durumda kendini gösteren, iş halinde olmayıp varlığı gizli kalmış olan, potansiyel.
  2. (Ruhbilim)Kişide gelişip ortaya çıkmamış olan (özellik).

Okuyunca neden bu sözün yaratttığı alanda kalmak istediğimi daha iyi anladım.  Bu ara hep bir yeniyi yaratmak, yeninin doğum alanları etrafında bir dönüş halim var.  İşte bu söz de tam oraya, yeni olanın ya da var olan potansiyelin ortaya çıkabilmesine elverişli alanın bir tanımını verdiği için damardan konuya girmiş oldu bence.

Diyor ki şair Pessoa, “Ne ara, ne inan”.

Bir şeyi aradığımızda veya inandığımızda çoğu kez kafamızda önceden belirlediğimiz bir yer var, yani az çok o aranılan veya inanılan şeyle ilgili bazı beklentiler, kurgular, düşünceler var içimizde. Zihin de tüm bunları ancak bildiği yerlerden oluşturabiliyor, yani şimdiye kadar gördüğü, deneyimlediği, biriktirdiği veya dışarıdan kabul edip satın aldığı bilgi ve bakış açılarından.   Oysa bizim bildiğimizin çok ötesinde bir varoluş var ki her seferinde bizi hayretler içerisinde bırakan, düşünebileceğimizin çok ötesinde çözümler getirebiliyor.  Ayrıca o bir şeyi arayan veya inanan tarafımızda kaldığımız sürece, tam da o anın getirdiği olasılıklara kapımızı kapamış olabiliyoruz.  Belirli bir gözlükle baktığımız için, sadece bazı şeyleri görebiliyor, duyabiliyor, kısıtlı bir hareket alanında kalabiliyoruz.

Brian Andreas diyor ki “İmkansız şeyleri hayal etmeyi seviyorum, çünkü sadece mümkün olan şeyleri hayal ettiğimde çoğu kez zaten görmeyi beklediğim şeyleri görüyorum.”

Oysa öte yanda yine şairin deyimiyle “herşey gizil”:  Potansiyel var, yepyeni belki hayal dahi edemeyeceğimiz, imkansız sandığımız olasılıklar var.  Belki keşifler yapan bilim adamlarının, sanatçıların ve çocukların sıkça oynadığı özgür ve sihirli alan işte burası.

Bir yandan da doğanın bize hep hatırlattığı bu belki: Tohum bilinciyle bir var oluş.
Herman Hesse ne güzel anlatmış bunu,

” Ağaç der ki: Gücüm güvenden gelir.  Atalarımı hiç bilmem, her yıl benden doğan binlerce evladımı bilmem. Tohumumun sırrını yaşarım sonuna dek, başka bir tasam yoktur benim.  Tanrı’nın içimde olmasına güvenirim.  Uğraşımın kutsallığına güvenirim.  Ben bu güvenle yaşarım.”

Doğanın iyileştirici gücünün sırrı belki tam da buradadır.  İçimizde hali hazırda var olan, tüm bilinmezlerle birlikte ahenk içinde yaşamayı bilen, güvenen ve o potansiyele doğru yaşayan tarafımızı bize hatılatır doğa.    Hatırladıkça gevşer, rahatlar, rahatladıkça oradan yeniyle elele vererek hareketimize yenilenmiş bir yaşam neşesiyle devam ederiz.   Doğa onunla birlikte olduğumuz her an bize kendi doğamızı yeniden hediye eder.

Fernando Pessoa’nın bir başka sözüyle gelelim bu yazının sonuna,

“İşte, dünyadaki biricik misyon,
Şu:  açık seçik var olmak
ve bunu düşünmeden yapmayı bilmek.”

Bu tam ne demektir, varsın açılsın her birimizde tohum gibi.

Ve bizlere, içinde filizi, fidanı, ağacı, çiçeği, meyveyi ve nice yeni tohumu barındıran bir tohum bilinci ve neşesiyle yaşamak nasip olsun!

elif

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir