
Bir sonbahar sabahı vapurla karşıya geçiyorum, Beşiktaş iskelesinden hareket etmek üzereyken kafamda bin türlü düşünce uçuşuyor. Yeni dönem nasıl olacak, trafik, şehir, iş ev durumları gibi tipik endişeli düşünce sarmallarının birinin içinde yolculuğa çıkmakta olduğumu fark ediyorum.
Açıkçası genel dünya ve ülke durumları, medya ve sistemin anlattığı hikayeler ve yurdum insanının artık otomatik bir zihin programı haline gelmiş “şikayet-drama-acılar- kurban” söylemleri ekseninde böyle düşüncelere kapılmak gerçekten kolay. Ve tam da bu dönemde esas işimizin bu tünele girdiğini ve negatif sarmala yakalandığını görmek ve dikkatini farklı bir noktaya yönlendirebilmek olduğunu düşünüyorum.
“Gerçekler ortada, Polyannacılık mı yapayım” diyebilirsiniz, “her gün bunlarla boğuşuyorum, şimdi bunları yok mu sayacağım” diyebilirsiniz – bunların hepsi deniyor, dendi, gözlerin devrildiğini, başların çevirildiğini gördüm, yarı deli, dünyadan kopuk muamelesine de tabii oldum olmadım değil:)
Fakat düşünürseniz bu kıyamet hikayelerini devamlı dinlemek, onları tekrarlamak -düşüncelerinizde kendinize veya sohbetlerde başkalarına- sizin hayat akışınızı kolaylaştırıyor mu, önünüze çıkan durumlarla başetmenize çözüm bulmanıza yardım ediyor mu? Kendi tecrübemden söyleyeyim HAYIR. Bilakis dengeden çıkarıp, güçsüz, bir minik kutu içinde çaresiz hissettirerek sizi adım atamaz hale getirebiliyor, ve yaşam neşenizi de alıp hapır hupur iştahla mideye indiriyor.
O zaman ilk sorumuz “Anda ve dengede kalabilmemiz, kolayca merkezimize dönebilmemiz için neler mümkün?”
Bilim ve kuantum fiziği artık açıklıyor, enerji prensibine göre dikkatimizi nereye yönlendirirsek enerjimiz oraya akıyor. Ve yine rezonans prensiplerine göre enerjinin yoğunlaştığı yerde titreşmeye başlıyoruz, ve aynı titreşimde olan düşünceler, duygular, haller, olayları çekmeye başlıyoruz. Birbiriyle titreştikçe uyumlanan akord çubukları gibi dikkatimizi koyduğumuz şeylerle akord oluyoruz.
O zaman yeni sorumuz “Denge ve bütünlük için, kolay akış için hangi titreşimlerle akord olmak istiyoruz, nasıl seçim yapabiliriz?”
Bize verilen en kuvvetli yeteneklerden biri insan olarak “seçebilme yetisi” ve bunu kullanabileceğimiz en önemli araç da dikkatimiz. Dikkatimi yönlendirerek seçimimi yapıyorum, her an dikkatimi nereye koyacağımı seçerek her an yeniden seçim yapma ve yeni bir yerde enerjimi çapalama imkanına sahibim.
O zaman bunu her an ufak ufak pratik etmek mümkün. Baktınız düşünceler karanlık tünele girdi, bakın bakalım etrafınızda dikkatinizi yönlendirebileceğiniz bir ışık, bir güzellik var mı, nerede? Bir çiçek, bir kuş, bir kelebek, doğa en kolayı en hası, en doğal neşelisi…ya da bir çocuk, bir şarkı, bir resim, bir sanat eseri, bir şiir… sizin dikkatinizi güzelliğe en kolay ne çeviriyorsa hoop oraya.
Hemen elimizin altında olan bir başka araç her zaman ve öncelikle kendi bedenimiz:
Birşeyler dengeden çıktı mı nasıl farkedeceğim? Vücudumda nefesimde bir sıkışıklık, bir daralma, bir küçülme, bir ağrı var mı, varsa çıkmışım demek.
Nasıl yeniden dengeye yönleneceğim? Önce nefes, sadece nefesime dikkatimi koyabilir miyim, nefesimle dikkatimi vücudumdaki sıkışık noktaya göndererek biraz rahatlatabilir miyim?
Şimdi size abuk ve doğru bir anektot vereceğim: Demez miyiz “Türk’ün aklı tuvalette gelir” diye. Doğru! Ve neden? Çünkü fiziksel olarak doğal bir rahatlama moduna geçtiğinde vücut, o rahatlamayla beyin olasılıklara açılarak yeni çözümler üretebiliyor. Aslında tüm dünyanın aklı tuvalette gelir ama tabii biz Türkler olarak asla ve asla kaptırmayız başkasına:)…
Zaman içinde bu Fark Et – Yeniden Yönlendir pratiğini yaptıkça size özel bir Araç Kiti oluşmaya başlıyor “şu şarkı, bu yürüyüş, vapur, kedi vs. vs.” ve Arzın Merkezine dönmek, bir nefes almak kolaylaşıyor.
Beşiktaş’ta iskeleden ayrılmak üzereyken birden gözüm iskelenin arkasındaki otelin kocaman ismine takılıyor “Shangri-La”. Bir gülümseme geliyor suratıma.
Shangri-La’nın sözlük anlamı: “Hayatın mükemmelliğe yaklaştığı uzak güzel hayali bir yer” (Merriam-Webster sözlüğü)
Bir anda diyorum ki “Hah! Shangri-La Beşiktaş iskelesi kadar yakın” ve hatta daha da yakın “Shangri-La şimdi, burada”…
İskeleden ayrılırken, kendimi İstanbul’un en şifalı bu vapur yolculuğuna teslim ediyorum, dikkatimi gözlerimi sadece dalgalar, rüzgar ve martılara çeviriyorum. Yıkana yıkana Shangri-La’da Kadıköy’e doğru ilerliyorum.