Konu Mankeni

Neredeyse her sabah olduğu gibi bugün de yürüyüşteyim.  Her sabah ayrı telden çalıyor olabiliyorum, ve uzun fıstık çamlarının altında, güneşin doğuşunu takip eden az insan ve az arabalı saatlerde, taze havada yaptığım bu yürüyüş beni hem uyandırıyor, hem dengeliyor ve de güne açıyor, uyku aleminde uçuştan gelen bedenimi toprağa indiriyor.

Bu sabah aslında, bir buçuk gündür içime düşen ve dalga dalga gelip çözülüp, sonra yine gelen sinir mi, sıkışıklık mı ne olduğunu zihnimin anlamadığı, boğazımla göğsüm arasında bir yerlere konuşlanan garip bir enerjiyle birlikte yürüyorum. Nasıl olsa da patlasa bir dışarı çıksa dönüşse diye yer arayan bu enerji adımlarını büyütüyor, hızlandırıyor, neredeyse koşacağım yani.  Belki de diyorum, her günki gibi 40 dakika değil de şöyle 3 saat filan yürüsem atarım.  Yok yok o da değil demek ki, normalde yürüdüğüm noktanın az ötesine kadar gidip dönüşe geçiyorum.

Az insanlı ve az arabalı bu saatler elbette ki köpeksiz değil.  Değişik sokak başlarını ve kaldırımları, kendi mahallelerini, sokaklarını ve evlerini tutmuş irili ufaklı, genç yaşlı çokça köpek mevcut yolumda. Çoğu kılını kıpırtdatmadan uyur ben geçerken, havlayanlar da bana değil çöpçü ya da sınırlarına giren diğer bir köpeğe filan havlarlar, yani biz sorunsuz barış içinde sessiz haberleşmeyle anlaşır gideriz sabah köpekleriyle.

ve fekat…bu sabah etraftaki havlamalar biraz fazla gibi.  Çok takılmadan yürüyorum derken tam da karakolun oraya geldiğimde bir orta boy bir de küçük köpek bana doğru havlayarak yaklaşmaya başlıyorlar.  Allah Allaah…Korkmuyorum da yaklaştıkça geriliyorum, çünkü neye, ne için bilmiyorum ama direk bana doğru havlıyorlar. Önce orta boy arkadaş geliyor yakınıma bağıra havlaya.  Ben yavaşlayıp neredeyse durarak ve parmağımla yeri işaret ederek “Sakin, sakin, sakin” diyorum, hem ona hem kendime sanırım.  Birkaç saniye dibimde havlayıp, yine sesli arkaya doğru uzaklaşıyor.  Ardından ufak siyah köpek geliyor, hayır yani kendisi de polis karakolunun köpeği, her sabah o yatarken önünden geçiyorum, selamlaşıyoruz filan.  Şimdi ne olduysa o havlayarak yaklaşıyor, ona da “Sakin, sakin” çekerek yavaşça yürümeye devam ediyorum. O da az az homurdanarak arkaya doğru uzaklaşıyor.  Bir kez daha yaklaşacak gibi bir hamle yapsalar da barış içinde kazasız belasız dağılıyoruz.

Ay ne oldu derken, bir anda gözümden yaşlar fışkırıyor, aynı Japon çizgi filmlerindeki çocuklar gibi.  Herhalde köpeklerin ani hamleleriyle gerilen sinirlerim bir anda boşalıyor.  Suratımdan aşağı yaşlar akarak bir yandan yürüyorum, bir yandan da acaba maskemi mi taksam bari maske bunu örtmeye yarasa gibi saçma düşünceler geçiyor.  Neyse bırakıyorum fışkırıyor, akıyorlar.

Derken bir anda aydım.   Oh be diyorum, rahatlıyorum.  O içime sığamayan sıkışıklık hafifliyor, gözyaşlarımla akıp gidiyor.  Ve anlıyorum ki bu iki köpek görevli geldiler.  İster Yaradan deyin, ister ben, ister evren, onları havlatıp şu içimdeki açılamayan kutunun açılıp akmasına vesile oldu.  Yani bu köpekçikler bir anlamda konu mankeni oldular.  Ne diyeyim çok şükür, iyi ki de.

Bu bana vaktiyle durup dururken terliğime işeyen bir kedimizi ve beni ona bağırtarak öfkemin çıkışını, veya normalde etmeyeceğim bir lafı aniden edip bir arkadaşımın ağlamasına ya da annemlerin patlamalarına sebep oluşumu hatırlattı.  Konu mankeni şekil 1 B yani.

Türlü türlü aynalardan yansıyan konu mankenleriyle yaşam bizimle konuşuyor.  Hepimiz konu mankeniyiz belki de, bana öyle geliyor.   Bazen tüm dünyanın etrafımızda döndüğünü zannediyoruz, aslında bir o kadar da habersiziz rolümüzün ne olduğundan.  Bunu hiç bir gücüm yok, bir piyonum gibi görmektense sihirli bir ağın kah görünen kah görünmeyen bir parçası olduğumu düşünmeyi seçiyorum.  Bu ağın, bazen ışıklı bazen karanlık gibi gözükse de her daim sevgiyle örüldüğünü ve bir hayra hizmet ettiğini biliyorum, kendi küçücük tecrübelerim bile bunu bana gösteriyor.  Bu bende yaşama dair daha fazla merak, hayret ve hayranlık ve daha fazla yakınlık hissi uyandırıyor.  Tüm konu mankenlerine kendim de dahil şükrediyorum.

Vaktiyle yazmışım, ya da yazdırmış bana:

Öylesine oyun ki sakın gerçek sanmayasın, öylesine gerçek ki sonuna kadar oynamalısın. 

Sevgiyle, neşeyle, kolaylıkla oynamak nasip olsun, bir çocuğun suda oynaması gibi…

elif

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir